Bahar yavaş yavaş yüzünü gösteriyor, havanın da ısınmasıyla yeryüzü daha bir renkli görünüyordu artık. Düğünler, şenlikler de başlıyor hal böyle olunca. Yılın bu vakitlerinde hafta sonunun sessizliğini bozan düğünler, doğanın canlanmasıyla birlikte boy gösterdi.
Bir fotoğrafçıda çalışıyordu Halil ve bu zamanlarda hafta sonları düğünlere gidip çekim yapıyordu. Çok haz etmese de düğünlerden yaklaşık üç yıldır bu fotoğrafçıda çalışıp para kazanıyordu. Evden çıkmıştı yine bir gün çekime yetişmek için koştur koştur. Pazardı günlerden çok belliydi. Sabahın onunda hiç ses çıkmayışından anlamıştı, sıralı dizilmiş apartmanların bulunduğu sokaktan. Boydan boya sıralı apartmanlardan oluşmuş bir sokak ama birbirini tanıyordu çoğu kişi. Betonlaşmalar burada yok etmemiş komşuluğu, paylaşmayı henüz. 53. Sokak’ta…
Halil tanımazdı ama öyle herkesi. Ev sahibi Mehmet Abi’yi çıkarırsak bir karşı komşusu Anıl bir de alt katta yalnız yaşayan ve asansör dışında selamlaşmadığı Ertuğrul. Ha bir de apartman yöneticisi Mustafa. Zaten Mustafa da her seferinde unutur Halil’in kim olduğunu, aidat zamanlarında geri hatırlardı. Halil de her ay gitmezdi ama aidat için. Ay ay vermeye utanırdı o parayı, borcunu biriktirip toplu verirdi iki üç ayın aidatını birden. Bazen önden versem iki üç ayın aidatını diye düşünür ama ”Ne olacağımız belli mi vaktinden önce niye vereyim ki?” diyip vazgeçerdi bu fikrinden. Bunun da etkisi vardır Mustafa’nın ara ara Halil’i unutmasında. Gerçi parayı vermek için gittiğinde de kapıyı ya çocuğu ya eşi açtığından pek gördüğü de söylenemez Mustafa’nın Halil’i. Gayet de normal aslında. İnsan ayda yılda bir gördüğü insanı nasıl tanısın?
Tüm bunlara rağmen yine de sokakta birbirini tanıyan aileler, onların birlikte oyun oynayan çocukları, kadınların balkondan balkona sohbetleri, futbol maçına dalmış çocukların akşam yemeği vakti ailesi tarafından çağrılması hoşuna giderdi Halil’in.
—”Yusuf hadi oğlum yemek hazır eve gel!” cümlesini annenin ağzından:
—”Tamam anne beş dakikaya geliyorum.” çocuktan duyardı. Herkese yabancı da olsa bir nebze mutlu oluyordu bunlara şahit olunca insan. Özellikle de çocukluğu böyle geçince insanın…
Beş dakika daha fazla oynamaktır çocuğun derdi o sokakta. Halil de zamanında kendisinin böyle olduğunu hisseder. Zamanla evlere hapsolan, betonarmelerin içinde büyüyen çocuklara üzülür bazen de. O çocuklar beş dakikanın ne kadar önemli bir şey olduğunu bilmeyecek belki hiç. Beş dakikanın nasıl büyük bir zaman dilimi olduğundan bi haber çocuklar yetişiyor diyip iç geçirdi Halil. Beş dakikanın gözünde küçüldüğünü hissetti aslında. Arada biraz da buna üzüldü belliydi. Büyüdükçe zaman daha hızlıydı, daha fazla sorumluluk, daha fazla tasa demekti büyümek. Tek derdinin beş dakika daha fazla oyun oynamak olmasını istedi belki de o an. Sonra çekime gitmeden beş dakika evde kahve içip düşünmeye dalmak gibi bir derdi olduğu geldi aklına. Birden gülümsedi kendi kendine öyle olunca. Evet başka sorumluluklar vardı; işe gidecekti, para kazanacaktı, eve dönünce ne yemek yapacaktı? Olsun dedi ama o kıymetli beş dakikanın hevesini bir nebze de olsa hissetti. Tüm bunları düşünürken sokağı ortaladığını fark etti. Saatine baktı otobüs beş dakikaya geçecekti duraktan. Beş dakika yeniden küçücük göründü gözüne ve otobüse yetişmek için hızlı adımlarla geçti 53. Sokak’ın kaldırımlarından…
kalemine sağlık kardeşim 👏🏻
BeğenLiked by 1 kişi