Mogan Gölü Balıkçıları

Bir mart günüydü. İbrahim Bey ve Hatice Hanım mesken edindikleri Mogan Gölü’ne gelmişlerdi. Kendileri için biraz uzak olsa da çok seviyorlardı burayı. En güzel anılarını burada biriktirmiş, en güzel fotoğraflarını burada çektirmişlerdi. İbrahim Bey Hatice Hanım’ın elini sıkıca kavradı ve:

Ne tarafa gidelim canım, sağ mı sol mu?

Önce biraz dinlensek olur mu?

Yol yordu tabi, o zaman sağ tarafa doğru gideriz sakin bir yerde göle bakan bir bank bulur otururuz. Hadi bakalım.

Gölün kenarına yarım bir çember çizmiş gibi eğimli, uzunca yürüyüş yoluna girip sağa doğru yürüdüler. Bu yürüyüş yolunun sola uzanan kısmı beton sağa uzanan kısmı ise her yeri ahşaptan, korkuluklu bir yol. Gölün kenarında yetişen sazlıklar yer yer daha fazla uzamış ve ahşap yola gölge oluşturuyorlardı. Bu gölgelerin birinde bir bank bulup oturdular dinlenmek adına. İbrahim Bey sağ tarafı daha çok seviyordu. Daha sakindi çünkü. Yürüyüş yapan birkaç insanın ahşap yoldaki ayak sesleri ve arka tarafta top oynayan çocukların koşturmacaları dışında pek ses olmazdı burada. Hatta burada yalnız balıkçılara rastlarken diğer tarafta kayalıklarda yan yana birçok balıkçı görmek mümkündü. Sol kısımda kafeteryalar falan da vardı zaten.

            İbrahim Bey oturunca konuşacak bir şey bulamadığı zamanlarda uzun uzun Hatice Hanım’ın yüzüne bakardı. Bugün de diyecek bir şey bulamamış olsa gerek, gözlerini sabitledi Hatice Hanım’a. O öyle bakınca Hatice Hanım’ın gerginlikle mutluluk arasındaki ruh haliyle ve çocuksu şirin sesiyle:

Ne oldu, niye öyle bakıyorsun?

Diye sormaktan alıkoyamadı kendini. İbrahim Bey her zamanki gibi bu soruya cevap vermeyip, ufak bir tebessümle kötü bir şey yok demeye getirdi. Hatta iyi bir şeydi bu. ‘’Güzel olmaya da güzeldi Hatice başka sebep mi gerek ki öylece bakmam için.’’ diye geçirdi içinden. Tabi tüm bu iç düşünceleri Hatice Hanım anlayabildi mi bilinmez, ama sessizliği bozan da o olmuştu:

Fotoğraf çekelim mi?

Olur, sen şu tarafa geç ben renkleri ayarlayıp makineyi kurayım.

Süreyi ayarladı, yanına geçti ve çektiler fotoğrafı. Bunu birkaç kez daha yapıp fotoğraflara bakmak için oturdular banklarına. Yine çok güzel fotoğraflar vardı içlerinde. İbrahim Bey içinden ‘’ İyi ki şu makine var, bize bir aktivite oluyor.’’ dedi. Gerçekten de birlikteyken yaptıkları şeyler çok mu kısıtlıydı. Ama aslolan hiçbir şey yapmadan da mutlu olabilmek değil miydi?

            Onlar fotoğraflara bakarken yalnız bir balıkçı kurulmuştu hemen sol çaprazlarına. Aralarında tekrardan kısa bir süre sessizlik olunca İbrahim Bey elini Hatice Hanım’ın omzuna atıp balıkçıyı seyretmeye koyuldu. Artık balıkçı da bu sessizliğe ortak olmuştu. Birkaç dakika sonra ‘’Gel biraz yürüyelim.’’ diyerek bu kez sessizliği bozan İbrahim Bey olmuştu.

            Sağa doğru oldukça yürüyüp geri döndüler. Sol tarafa, kalabalığa doğru… Bu uzun yürüyüş boyunca İbrahim Bey, yazdığı hikâyelerden, uğraşlarından bahsetti. Sonra gündelik olaylardan, zorlandıkları durumlardan konuştular iki yakın dost edasıyla. Bu sohbet içten içe Hatice Hanım’ın hoşuna gitmişti. Her ne kadar edebiyata ilgisi olmasa da İbrahim Bey’in çabalarını dinlemekten memnundu. Bu sırada sol taraftaki kalabalığın her zamankinden çok daha fazla olduğunu fark ettiler. Böylesine yoğunluğu ilk defa görmüşlerdi. Bu kalabalık İbrahim Bey ve Hatice Hanım’ı rahatsız etmişti ama kayalıklardaki balıkçılar için hava hoştu. Bunca kalabalık onlar için önemli değildi. Onlar hep işlerinde, sabırlı bir bekleyişin içindelerdi. Beklemekti belki de güzel olan. ‘’Sait Faik boş yere sevmemişti balıkçıları.’’ dedi içinden İbrahim Bey. Sonra da edebiyata pek ilgisi olmadığını bilse de Hatice Hanım’a sormak istedi:

Ne dersin sevgilim, Sait Faik boş yere sevmemiş demi balıkçıları?

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: