Öğretmen olarak atandığım ilk görev yerime geleli iki hafta olmuştu. İlk haftam yeni evime yerleşme telaşesiyle geçmişti zaten. Bir yandan da seminer haftası muhabbetine görev aldığım okula ayak basmıştım. Ama bu okul zeminine ilk kez ayak bastığım bir okul değildi. Burası sıradan bir okul da değildi. Burası aynı zamanda benim de ilkokulumdu. Dördüncü sınıfa kadar bu okulda okumuştum ve yaklaşık on beş yıl sonra adım attığım bu ön bahçede koşturmuştum. Anılarımın tepiştiği bu bahçeye artık bir öğretmen olarak giriş yapıyordum.
Henüz öğrencilerimi göremesem de okulda çalışan meslektaşlarımla tanıştım seminer haftasında. İçlerinden tanıdığım da vardı on beş yıl öncesinden. İlk hafta bitti ama ikinci hafta okula gidemedim. Öğretmenliğin bir de adaylığı vardı tabii. Bir yıl boyunca sürecek adaylık meselesinde almamız gereken seminerler varmış. Normalde bir yıla yayılan seminerler bazı şartlardan dolayı bir aya sıkıştırılmıştı. Bu bir ay içinde hafta içleri okula değil milli eğitim binasına gidip seminerlere katılmam katılacaktım. Velhasıl bir hafta da seminerlerle geçirdik. Bu bir haftada bir yandan da şehri tanıma adına keşiflere çıkıyordum. On yaşıma kadar burada yaşamış olsam da öyle pek bir şey anımsamıyordum.
Diğer hafta yine seminerlere devam ediyorum. Giyim konusunda da oldukça özenliyim. Mümkün mertebe kravat takıyorum. Seminerde tanıştığım birkaç arkadaş sürekli arabalardan konuşuyordu. Eee tabii mesleğini eline alan her memur gibi kredi çekerek bir şey sahibi olmayı istiyorlardı. Hayatından birkaç yılını borç ödeyerek geçirecek olsa da bu devirde başka türlü bir şey sahibi olamıyordun. Aynı borcun altına ben de girecektim muhtemelen. Tabii önce ehliyet almam gerekiyordu. Bunca zaman arabalara yönelik bir heves olmayınca ehliyet meselesini de erteleyip durmuştum.

Ama artık ertelemek yoktu. Seminer çıkışı apartman yöneticimizle konuştum. Eli kolu uzun bir adamdı. Elbet beni yönlendireceği bir sürücü kursu vardı. Öyle de oldu, hemen beni bir kursa yönlendirdi, ücretler konuşuldu sonrasında benden birkaç evrak istendi kayıt için. Sağlık raporu, vesikalık fotoğraf, diploma fotokopisi vesaire. Hemen işe koyuldum; evin yanındaki sağlık ocağından raporu aldım, evden diplomamı alıp fotokopi çektirmeye gittim. Hem bir yandan da flaş bellekten çıkartmam gereken dosyaları çıkaracaktım. Bir kırtasiye arayışına girdim. Bundan sonraki işlerim için de devamlı gideceğim bir yer olsun istiyorum. Sonunda bir kapı gözüme kestirdim ve içeri daldım. İnce yüzlü, zayıf, orta yaşlı, kibar bir adam beni karşıladı. İhtiyaçlarımı söyledim ve yapılmasını bekliyordum. İlk gördüğüm adam buranın sahibiymiş. Flaşı bir elemana verdi kendisi de fotokopimi çekmekle meşgul oldu. Sonra ayaküstü sohbet ettik ve tanışmış olduk kırtasiyeciyle. Bana oldukça saygı gösteriyordu anlayabiliyordum. Görev yaptığım okuldan, Elbistan’dan konuştuk biraz. Benim de kanım ısınmıştı adama. Tamam diyordum içimden bundan sonra kırtasiyemiz belli oldu. Gerçi biraz uzaktı evime ama sorun yoktu benim için.
Aradan bir hafta geçmişti ve benim birkaç belge çıkartmak için kırtasiyeye gitmem gerekti. Uzak da olsa yürümüştüm o kırtasiyeye. Ancak bu kez seminerden çıktığım gibi değil; ev halimle gitmiştim. Eşofman ve tişört vardı üzerimde. Güler yüzle girdim içeriye adamın beni tanıyacağını umut ederek. Ama tanımamıştı. Yüzündeki donuk bakıştan anlaşılıyordu. Sonra isteğimi dile getirdim. Adamın bana söylediği şuydu: ‘’Flaş bellekten çıktı veremiyoruz, bilgisayar zarar görüyor. Kusura bakmayın.’’ Bunu söylemeden önce üzerimdeki kıyafetleri süzmüştü. Muhtemelen de güven duyacağı bir izlenim alamamıştı. Geçen hafta aynı işlem için geldiğime ve o tanışmış olduğu öğretmen olduğuma getirmedim hiç sözü. Direk teşekkür edip çıktım oradan. Bir hafta önce aldığım çıktıyı bu kez alamamıştım.
İçimde bir kırgınlık, ağır adımlarla yeni bir kırtasiye aramaya başladım. Anlamıştım, geçen hafta saygıyı boynumdaki kravat, bileğimdeki saat ve sosyal statüm görmüştü. Bana sadece insan olduğum için saygı gösterecek bir yer arıyordum…